Savaşın Gölgesinde
Hangimiz
çocukken bize anlatılanlara, hatta masallara inanmadık ki?
Savaşa
dair her izlediğim filmde hep aynı soruyu sorarım kendime. Sorduklarım,
sorguladıklarım, arka arkaya dizilir zihnimde. Ancak ilk kez, savaşa dair
izlediğim bir film savaş gerçekliğinden, savaşın tükettiklerinden çok başka
sorular sordurdu kendime. Savaşmak, öldürmek kötü peki ama, günlük hayatta ön
yargılarımızla yok saydığımız, öldürdüğümüz insanlar savaş meydanlarında
öldürülenlerden ne kadar farklı?
1945
yılında Nazi Almanyası’nda geçen film izlemeye başladığınız ilk anda Hitlerin
“İnandığım yolda, bir uyurgezerin sakınmazlığı ve inadıyla yürürüm ben.” sözünü
hatırlatıyor. Film inandığı yolda yürümüş Hitlerin sadece Yahudilere değil, ona
inananları ve ailelerini de nasıl bir sona sürüklediğini apaçık gözler önüne
seriyor. ABD ve Rusya’nın müdahalesi ile
Almanya’da tüm dengelerin değiştiği dönemde bir Nazi Subayı’nın ve eşinin tutuklanması
sonrası ortada kalan Lore ve dört kardeşinin başlarından geçenleri anlatan
film, ilk andan itibaren sizi içine alıyor. Lore annesinin isteği üzerine
saklandıkları birkaç evlik köyden büyükannelerinin
yanına gitmek üzere kardeşleriyle yola çıkıyor. Önlerinde sadece açlık,
hastalık ile mücadele edecekleri bir yol değil korku, duygusal travmalar ve
uğradıkları her köyde savaşın bıraktıkları ile yüzleşecekleri upuzun bir yol
vardır. Bir de yıllarca ailesinin Yahudilere beslediği nefrete şahit olarak
büyümüş Lore’nin yol boyunca yanında taşıdığı önyargısı…Ya
bir gün size masalın kötü karakteri hakkında anlatılanların doğru olmadığı ile
yüzleşmek zorunda kalsaydınız
Büyükannesine
ulaşmak için ailesinin hep masalın kötü karakteri olarak anlattığı bir Yahudiye
güvenmek zorunda kalan Lore, yol boyunca hem savaşın gerçekte ne olduğu ile hem
de önyargılarının ona yaşattığı travma ile baş etmek zorunda kalıyor. İlk filmi
olmasına rağmen Lore karakteri ile başrolde yer alan Saskia Rosendahl, böylesi duygusal yoğunluğu olan bir rolün hakkını
sonuna kadar vermiş. Yol boyunca beş kardeşi korumaya çalışan Thomas karakteri
ile karşımıza çıkan Yahudi genç rolündeki Kai-Peter Malina’nın film boyunca
yüzündeki ifade diyaloğun çok fazla olmadığı filmde, Yahudilerin yaşadığı
acıları izleyiciye birebir geçiriyor. Yönetmenliğini Cate Shortland’ın
yaptığı filmdeki tüm oyuncular 1945 yılı Nazi
Almanyası’nda yaşamış gibi.
Rachel
Seiffert’ın ‘The Dark Room’ isimli romanından uyarlanan filmi özel kılan, ne verdiği “Silahı elinde tutan taraf da
olsanız savaş her iki taraf için de yıkımdır.” mesajı, ne de “Yanılmam ben.
Söylediğim ve yaptığım her şey tarihtir.” diyen Hitler’in yazdığı acı tarihle
bizi tekrar yüzleştiriyor olması, bu filmi gerçekten özel kılan en zorda kaldığımız
anlarda bile önyargılarımızı yıkmanın ne kadar zor olduğu ile bizi baş başa
bırakması…
Filmekimi kapsamında izlediğim en iyi film olan Savaşın Gölgesinde
birçok festival filminde karşılaştığımız ve birçok sinemaseverin sevmediği
durağan görüntüleri ile değil, zihninizde bıraktığı sorular ile sizi yoruyor.
Film bittiğinde ister istemez soruyorsunuz:
“Savaş sonrası değil, bugün, önümde gidecek 900 km.lik bir yol
olsa ve bana hep kötü olduğu anlatılan biri ile yolculuk etmek zorunda kalsam vazgeçebilir
miyim önyargılarımdan? O, birini yeniden tanımayı deneyebilir miyim?”
İzlemeye, sorgulamaya ve hatta muhakkak arşivlemeye değer bir
film.
Kübra Çağlayan
Yorumlar
Yorum Gönder