Niye Savaşıyoruz?
2012 yılı ile ilgili upuzun yazı yazmak istiyordum aslında. Kısa bir almanak tadında. Daha sonra 2012'den aklımda nelerin kaldığını düşününce bunun pek de iç açıcı bir yazı olmayacağını fark ettim ve vazgeçtim. Malum iyiler genelde çabuk unutulur. Akılda kalanlar da daha çok yaşanan kötü şeylerin izleri olur.
Savaşlarıyla, ölen masum insanlarıyla hatırlayacağımız 2012'den sonra, 2013'te tüm savaşların bıçak kesiği gibi birden bitmesini, insanların birbirini sevmeyi öğrenmesini istemek ne yazık ki hayalden öteye gidemiyor. Ama en azından savaşın anlamsızlığını anlatmak, insanların bunun farkına varması için çabalamak hayal değil...
İşte bu yüzden de 2013'ün şu ilk günlerinde savaş gerçeğini farklı açılardan anlatan iki filmi izlemek ve izlettirmek neredeyse olmazsa olmaz tadında. Fillmloverss sitesinin "Yıl Olmuş 2013 Siz Hala İzlemediniz mi?" konsepti için yazdığım "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" ve "Yağmurdan Önce" sadece bugün değil bundan sonraki yıllarda ara sıra izlenmesi gereken iki film.
Batı
Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
“Savaşacaksak,
niye savaşırız? Neden bu konuyu düşünmeyiz? Ben bu savaşı istemedim. Birisi
savaşı istemiş olmalı. Belki İngilizlerdi. Hayır, bir İngiliz vurmak
istemiyorum. Buraya gelmeden önce hiç İngiliz görmemiştim. Ve sanırım onların
çoğu da buraya gelene dek hiç Alman görmemişlerdi. Hayır, eminim ki onlara da
bu konu sorulmadı. Öyleyse birilerinin bazı menfaatleri olmalı”
1930 yılında çekilmiş Batı Cephesinde Yeni Bir
Şey Yok filminde savaşın sorgulandığı sahnelerden birinde geçen bu replikteki “Savaşacaksak, niye savaşırız?” sorusuna hala
birçoğumuzun verecek bir cevabı ne yazık ki yok. Çünkü 19. yüzyıldan bu güne aslında pek fazla bir şey değişmedi
dünyada... 21. yüzyılda olmamıza rağmen hala savaşın bir kazananı olmadığını
anlamayan milyonlarca insan var. Nefret ve kinle dolu... Dünyanın birçok
yerinde hala bildiğimiz ve bilmediğimiz birçok savaş var.
18 yaşında, I. Dünya Savaşı’nda asker olarak
savaşmış Erich Maria Remarque’nin savaşta her ne olursa olsun herkesin kaybettiğini
anlatan kitabı “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” tan
sinemaya uyarlanan, yönetmenliğini Lewis Milesstone’un yaptığı, en iyi film ve
en iyi yönetmen dalında Oscar ödülü kazanmış film, o dönemde, kitabı gibi
birçok ülkede yasaklanmıştır. Film I. Dünya Savaşı sırasında milliyetçi bir
öğretmenin öğrencilerine gönüllü olarak savaşa katılmalarının ne kadar kutsal
ve onurlu bir davranış olduğunu anlatmasıyla başlıyor. Filmde 18 yaşındaki
Alman gençlerin gözünden savaşın acımasızlığı, hiç tanımadıkları halde düşman
bildikleri bir insanı öldürmenin ruhlarında bıraktığı kapanmayacak yaralar ve
savaştan sağ dönseler bile bir insanı öldürdükten sonra hiçbir şeyin artık aynı
olamayacağını anlatılıyor. En önemlisi de savaşların neden yapıldığını
sorguluyor.
“Cephede
ya yaşıyorsundur ya da ölüsündür. Hepsi bu! Orada harcandığımızı ve yaşasak da
ölsek de mahvolduğumuzu biliyoruz. Vücutlarımız toprak, düşüncelerimiz çamur
bizim ve ölümle yatıp ölümle kalkarız. Aranızda hiçbir şeyi halledemediğiniz ve
bu şekilde yaşayamadığımız için biz helak olduk.”
Eksikleri olsa da, 1930 yılında çekilmiş olmasına rağmen savaş
sahnelerindeki başarı, kitaptaki duyguyu birebir yansıtması, en önemlisi de
dünyada birçok ülke hala savaşın ortasındayken içinde “Eğer üniformalarımız ve silahlarımız olmasaydı biz kardeş olabilirdik.”
cümlesi geçen bu film izlenmeyi hak ediyor. Bu güne kadar yapılmış savaş
karşıtı en iyi film olduğunu düşündüğüm filmde hafızalara yer eden birçok sahne
var. Ama belki de en dokunanı filmin sonu…
Tanrım bunu bize niye yaptılar? Sen ve ben sadece yaşamak istedik.
Hepimizin tek istediği bu, elbette barış dolu bir dünyada…
Yağmurdan Önce
Büyük savaşlar belki de en küçüklerle başlıyor. En
yakınımızdakini, zamanında en sevdiğimizi düşman görmekle…
"Burada silahlar tekrar patlamayacak. İnsanlar huzur içinde" "Bosna için de bunu diyorlardı. Ama şimdi dünya bir sirki izliyor."
Milcho Manchevski'nin yönettiği 1994 yapımı “Yağmurdan Önce” , "Sözcükler, Yüzler ve
Fotoğraflar" olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Yugoslavya’da yaşanan iç
savaş sırasında birbirine dost yakın köylerde,
zamanında beraber yaşayan farklı kökenden
farklı dinden insanların birbirlerinden vazgeçmelerini anlatıyor. Filmin her
bölümünde bağı yokmuş gibi anlatılan hikâyeler sonunda birleştiğinde öylece
durup kalıyorsunuz. Filmde Rade Serbedzija’ın canlandırdığı Alexander Kirkov
isimli fotoğrafçının gözünden savaşa bakılan sahnelerde savaşa taraf olmanın ya
da tarafsız kalmanın sonuçlarını görüyorsunuz. Sessiz kalmanın da aslında taraf
olmaktan bir farkı olmadığını anlıyorsunuz.
Burada kavga için bir neden yok.
Bir neden bulurlar savaş bir virüstür.
İlk bölüm olan “Sözcükler” Makedonya’da bir manastırda geçiyor.
Rahip adayı Kiril’in manastıra saklanan bir Müslüman kız için göz aldıklarını
anlatıyor. İkinci bölüm “Yüzler” ise Makedonya’dan çok uzakta Londra’da
geçiyor. Pulitzer Ödüllü fotoğrafçı Alexander Kirkov ile bu bölümde tanışıyoruz. "Barış bir istisnadır, kural değil." deyip seyirciyi
düşüncelere saldığı bölümde yaşamadığınız her savaşa sessiz kalabilirsiniz ama
kendinizi ne zaman bir savaşın içinde bulabileceğinizi bilemezsiniz mesajı
veriliyor. Son bölüm “Fotoğraflar”da ise her şey birbirine bağlanıyor. Yıllar
sonra döndüğü köyünde tarafsız kalmayı değil, barıştan yana taraf olmayı seçen Alexander Kirkov’un başına gelenler anlatılıyor. İşte o son
bölümde filmin başında söylenen Mesa Selimovic’in “Kuşlar çığlık atarak siyah gökyüzünde kaçışıyor, insanlar sessiz,
beklemek acı veriyor.” sözü anlamını buluyor.
Birleşmiş milletler
nerede?
Gelecek hafta cesetleri gömmeye gelirler.
Gelecek hafta cesetleri gömmeye gelirler.
Makedonya’dan Oscar’a aday gösterilen ilk film olan Yağmurdan Önce,
oyunculuklar, konusu ve işleniş tarzı kadar sinematografisiyle de çok
etkileyici bir film. Sayısız yarışmada en iyi film dalında aday gösterilen ve
ilk kez gösterildiği Venedik Film Festivali’nden de 5 ödülle dönen film aynı
zamanda New York Times’ın “Çekilmiş En
İyi 1000 Film” listesinde de yer alıyor. Her açıdan izlemeye değer bu filmi
arşivinizde bulundurmak isteyeceğinize eminim.
Özetle 2012 birçok dünya ülkesi ve milyonlarca insan için
savaşın tam da göbeğinde geçti. Kurulan tüm hayallerin sadece “barış” üzerine
olduğu yerlerde tanımadığımız birçok insan öldü. Kimi zaman sesimizi çıkardık,
kimi zaman uzaktan sadece izledik. “Savaş çıkmış biliyor musun?” sorusu artık
hepimiz için neredeyse “Hafta sonu ne yapacaksın?” sorusu kadar doğal bir soru
haline geldi. Savaş kelimesi ne yazık ki
fazlasıyla hayatımızın içinde, sözlükte bir kelime olarak kalacağı günlerden
belli ki çook uzaktayız. İşte tam da bu sebeple birçoğumuz biliyor ve tepki
gösteriyor olsak da bir kez daha savaşın anlamsızlığını hatırlamak, hatırlatmak
için “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” ve “ Yağmurdan Önce” izlemeye değer iki
film. 2013’te tüm dünya için dilenebilecek şeyler sanırım, barış ve huzur…
Barışa inanların artması dileğiyle,
Yorumlar
Yorum Gönder