Baba, Oğul ve Kutsal Roman
Yüzü olmayan adam rollerine çıkıyorum artık. Bu
saatten sonra, karanlıkta her şey, her şeye dönüşebilir. Ay ışığı vurduğunda
bir garip Âdem. Karanlıkta yüzü olmayan adam. Daktilonun gırtlağını sıkıyorum.
Babamdan kalma. Baba, oğul ve kutsal roman adına, diye haykırarak saldırıyorum
yazmaya. Yaşlı metal bacaklar titriyor. Üst üste basıyor a ve e harflerini.
Âdem çıkıyor siyah maddeden pırıl pırıl. Ara tür. Melez. Parçalı bir resim.
Baba, Oğul ve Kutsal Roman, edebiyatın
başkalarının hayatlarına kaçıp saklanmanın değil kendi dehlizlerinde dolaşmanın
bir yolu olduğuna inananlar için...
.
Kitabın
arka kapağından
Nisan ayıydı. Murat Gülsoy’un yeni
romanının çıktığını öğrendiğimde soluğu kitabevlerinde aldım.
“Daha gelmedi hanımefendi.”
“Hmm, kitabın ismi kayıtlarda var
ama…”
“Evet çıkmış ancak bize gelmesi
1-2 günü bulur.”
İki-üç gün içinde aynı kitabevine
kaç kez uğradığımın sayısını ben bile hatırlamıyorum. En sonunda bir çalışan “İsterseniz
siz numaranızı bırakın, ben kitap elimize gelince arayayım.” dedi. Ya sürekli
kitap aldığım yer olduğu için yüzüme aşina oluşundan ya da ciğerci kapısındaki
kediler gibi dönüp dolaşıp günde iki-üç kez kitap geldi mi diye sormamdan
sıkılmıştı. Neyse iki gün sonra aradı. “Baba, Oğul ve Kutsal Roman geldi, elimde. 100’e kadar sayıyorum,
gelmezseniz kitap kendisini imha edecekmiş.” dedi. Belli ki heyecanımı
anlamıştı. Gülüştük. Alır almaz kitabevinin kapısında dikildim, ilk
sayfayı çevirdim ve…
Beddua
Son
zamanlarda her şeyin ne kadar tuhaflaştığının farkında mısınız? Sabahları
özellikle. Her zaman kalabalık olan sokak şimdi bomboş. Saatlerdir bekliyorum
bir hareket olsun diye. Olmuyor. Zaman durmuş gibi. Sanki Allah uyanamamış her
şey onu bekliyor. İnanmıyorsunuz bana. Kimse inanmıyor zaten. Ben de size
inanmıyorum işte! Siz de yoksunuz. Burada, pencerenin önünde oturmuş kendi
kendime konuşuyorum. Oh olsun size de… Sveta
marketten gelene kadar konuşmayacağım sizinle.
Ah
bilmezsiniz, bir gün uyanacak. Gerinecek, esneyecek, titreyecek toprak. Bütün
bu evler yıkılacak. Açıkgöz yapıcıların malzemeden çalarak yaptığı bu
apartmanlar anında yerler bir olacak. Ne muazzam bir iş Yarabbi! Sen her şeye
kadirsin. Ama uyansan artık. Silkinsen. Senin olanı senden çalan serseriler
ordusunu döksen uzaya. Cansız karıncalar gibi dağılıverseler boşluğa. Bir
üflesen, toptan uçup gitse atmosfer denilen gaz bulutu. O dev parmaklarının
arasına alıp şöyle bir sallasan da denizleri, okyanusları dökülüp kuruyuverse.
İşte ondan sonra kuru bir ceviz gibi fırlatsan uzayın derinliklerine. Kuru bir
ceviz. Hiç güleceğim yoktu. İşte kurumakta olan kafatasım.
Kalakaldım. Kitabı kapadım. Karar
verdim. Bu kitabı birçok kitapta yaptığım gibi oturup bir solukta okumayacaktım.
“Ahh keşke bitmese” tadındaki kitapların arasına o an girmişti bile. 250
sayfalık kitabı neredeyse iki ayda
bitirdim ama altı ay yanımda taşıdım. Tüm baharı ve yazı birlikte geçirdik. Açıp açıp altını çizdiğim yerleri tekrar tekrar okudum. Sanırım Murat
Gülsoy’un en sevdiğim yeni kuşak yazarlar listesinde olması da her
kitabında şaşırtması, kendini tekrarlamaması, kitaplarında farklı müthiş bir dünya
yaratması ve kitaplarının sonunda okuyucuyu hep “Niye bitti ki bu kitap şimdi!”
duygusuyla bırakmasından kaynaklanıyor.
Baba, Oğul ve Kutsal Roman orta
yaşlı, mutsuz, ismini bilmediğimiz bir yazarın gözaltına alınması ile başlıyor.
Yazarın gözaltında geçirdiği süre içinde bir yandan “Suçlu mu? Suçsuz muyum?”
sorularına aradığı cevabı okurken bir yandan da yazarın iç dünyasında
geziniyoruz. O sorgulama roman boyunca sinematografik bir anlatımla rüya ve
gerçek arasında devam ediyor. Roman baştan sona birbirinden ilginç
karakterleri, akıcı anlatımı ve tahlilleri ile sizi alıp götürüyor.
Murat
Gülsoy, psikoloji yüksek lisansı yapmış olmasından da olsa gerek, romanın
başkahramanı olan yazarın bilinçaltını zor bir tığ işi örneğini hayata geçirir
gibi ince ince örmüş. Delirmekten
korkan, topluma katılmayı reddeden, giyimine kuşamına özen göstermeyen, ölüm
korkusu olan yazar, geçmişte ve bugün yaşadıklarını sorgulayıp bir bağ kurmaya
çalışırken bir yandan da rüya ile gerçeklik arasında gidip geliyor.
“Önündeki zaman diliminin ardında bıraktığından
kesinkes daha az olduğunu fark eden tüm insanlar gibi ben de ölümden korktuğum
için yaşamayı askıya alıyorum belli ki! Aydınlanma anı: Sadece yazarken zamanı
askıya alabiliyorum sadece yazarken ölümden korkmuyorum”
syf 136
Gülsoy’un
romanlarında ve öykülerinde de sıkça karşılaştığımız rüya teması bu romanda da
yazarın bilinçaltını anlamamız için bize ipuçları veriyor. Yazarın iç sesi
olarak karşımıza çıkan Yüzüklerin Efendisi’nden Gollum ile Oğuz Atay’ın
Tutunamayanlar romanındaki Olric’in sahneye çıktığı anlar genel itibariyle
düşündüren ve sorgulatan romana mizahi bir tat katıyor. Bastırılmış arzuların
dışa vurumu başka romandan iki karakterle rahatsız etmeden, tam da yerinde
dedirtecek şekilde yeni bir romanda ancak bu kadar keyifli can bulabilirdi.
Roman
boyunca;
Dini bir hikaye olan Yedi Uyurlar'dan ismini alan, yazarın rüyalarının başkahramanı, bazen puro içen bir köpeğe dönüşen Kıtmir,
Yıllar sonra yazarın karşısına çıkan,
üniversite yıllarında tutkuyla sevdiği, birlikte olduğu ama asla gerçekten
sahip olamadığını düşündüğü akademisyen Asena,
Yazarın, Aşiyan’da Kıtmir'i gezdirirken Nabokov okuması
dikkatini çektiği için tanıştığı asi genç kız Merve,
Mervenin sürekli uyuyan ve rüyalarını not eden gizemli dedesi,
Mervenin sürekli uyuyan ve rüyalarını not eden gizemli dedesi,
Ve kitabın sonunda sizi
şaşırtacak hakkında fazla detay vermek istemediğim Zuhal ile tanışacaksınız.
Kitabın
başında Pedro Calderon De La Barca’ya ait “Gerçekten
rüya görüyorsam, belleğimi durdur ulu Tanrım, tek bir rüyanın bunca hayali
barındırması olanaksız, hepsinden kurtulup aklından çıkarana ne mutlu” ve
Tanpınar’a ait “Şimdi hastalığını da,
tedavisini de biliyor. Yaman adamdır. Mükemmel bir kültürü vardır. Sonra
iradesi… Bu irade sayesinde öyle bir rüya gördü ki!...” cümlelerini
okuduğumda nasıl bir romanın içine düşeceğimi tahmin etmiştim. Ama hayal edebileceğimden
çok daha güzel bir dünyaya, rüyaya düşmek gibiydi Baba, Oğul ve Kutsal Roman.
Açık
söylemek gerekirse anlatamayacağım kadar keyifle okuduğum bu roman tam
anlamıyla “Anlatılmaz yaşanır” sözünü karşılıyor. Hani bazı filmler vardır,
karşınızdakine anlatmaya çalışırsınız ama ne kadar anlatırsanız anlatın
filmdeki duyguyu veremeyeceğinizi bilirsiniz ve “İzlemen lazım, anlatmakla
olmaz.” diye konuyu kapatırsınız ya, işte Baba, Oğul ve Kutsal Roman’da öylesi
bir kitap.
“Ruhum devlet binası gibi zaten. İlk sarsıntıda
kolonlar kirişlerden ayrılıyor.” syf 222
Kitap
boyunca karşınıza çıkacak Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Franz Kafka, Jorge Luis, Borges ve Vladimir
Nabokov, Edgar Ellan Poe, Çehov, Orhan Pamuk, George Orwell, Herakleitos ve
daha nicelerinin bu romanda yer almaktan ne kadar mutlu olduğunu
hissedeceksiniz. Nasıl yani diyenleriniz için, söylemiştim bu roman anlatılmaz,
okunur.
2012 yılının en iyi 10 romanından biri seçilen "Baba, Oğul ve Kutsal Roman" okudum demek için bir kere ama sindirmek için birkaç kez okunabilecek romanlardan. Aylar önce okumama rağmen böyle güzel bir romanı anlatmayı başarabilir miyim duygusuyla bugüne kadar yazmamıştım. Hala da "Baba, Oğul ve Kutsal Roman'ın sıradan bir roman olmadığını gerçekten anlatabildim mi acaba?" kaygısını taşıyorum.
Kitap
boyunca sol yanımda oturan şeytanın, sağ yanımdaki umudunu kaybetmeyen meleği
sürekli “Böyle bir kitap yazamayacağını biliyorsun!” diye öldürmesine yüzlerce
kez tanıklık ettim. Bir de araya kendi iç sesim “Susun biraz kitap okuyoruz!” diye ani çıkışlarıyla karışınca evlere şenlik bir psikoloji ile okudum kitabı.
"Sen de biliyorsun ki
hepimiz mutsusuz. Bu çok derin, varoluşsal bir şey. Hayatın boktan bir yalan olduğunu kısa süre sonra da hiçbir bok anlamadan terk
edip gideceğimizi biliyor olmanın getirdiği bir gerilim bu." syf 229
Kitabın başkahramanı olan yazar, kitabın daha ilk sayfalarında “Lolita gibi bir kitap
yazamadıktan sonra yaşamak niye…” diyor. Ben de soruyorum “Baba, Oğul ve Kutsal
Roman” gibi bir kitap yazamadıktan sonra yaşamak niye?
Keyifli okumalar
Yorumlar
Yorum Gönder