Ruhi Mücerret
"Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Çünkü hiçbir şey görüntüden ibaret değildir. Bu kadim kaide, benim hikayemde de geçerli, yalan insanı aptallaştırır, hakikat ise delirtir."
Kitap tanıtımlarımım olmazsa olmazı, ‘kitapla nasıl karşılaştık ve tanıştık’ kısmı ile başlayacağım elbette yine.
“Bugün
ölebileceğinizi düşündünüz mü biricik okur? Hatta şu anda, şimdi, şuracıkta
ruhunuzu teslim edebileceğinizi? Ben düşündüm.”*
Ruhi Mücerret ile tanışmamız hiç zor
olmadı. Kendisi ile karşılaşmamız kitapçıda her zamanki yerinde, “En Çok Satanlar” köşesinde sürekli buluşmak gibiydi. Benim gibi haftada iki üç kez kitap, dergi
almak için kitapçılara uğrayan ya da kitapçılara uğramak için bahane yaratan
biri için bu karşılaşma bol tekrarlı oldu. Tanışma safhasına geçmekte biraz
zorlandık. Bu benden kaynaklanıyor. Uzun süre pas vermedim kitaba. Birçok
nedenim vardı bunun için. Önce her gittiğimde aynı yerde “En Çok Satanlar”
köşesinde oturması beni rahatsız etti. Ben “En Çok Satanlar” köşesine oturtulan
kitaplara karşı biraz mesafeliyimdir. Belki bir pazarlama iletişimcisi olmamdan,
bilemiyorum ama, bana bu köşe, hep satılmayan bir kitap daha çok
satsın diye uygulanan bir pazarlama kampanyası gibi gelir. Bir ikinci neden,
Türkiye’de gerçekten iyi okur olan çok az bir kitle var. Bu yüzden de bir kitap
o kadar çok sattıysa düşündürecek, edebi
bir kitap değil de biraz “lay lay lom” olduğuna
inanıyorum. Bu yargılarımda beni haklı çıkaran kitaplar olduğu gibi, haksız
çıkaranlar da var elbette. D&R’da en çok satanlar köşesinde aylardır -belki
seneyi bulmuştur- Sabahattin Ali’nin Kürt Mantolu Madonna’sının, bir süredir de
Yaşar Kemal’in Tek Kanatlı Bir Kuş kitabının olması haksız çıkaran kitaplardan.
Neyse, sonunda ben, birçok kişinin kitaptan bahsetmesine,
sosyal medyada paylaşılan kitapta geçen cümlelere ve çok beğendiğim benzetmelere
kayıtsız kalamadım. Kitabı aldım. Çok renkli kitap kapaklarını sevmememe rağmen
aldım. Amanın!
İlk sayfa “Coca-Cola treni, Pepsi gemisine
tosluyor!” diye başlıyor. Şaşırdım. Reklam kokan hareketler mi bunlar diye
iyice meraklandım. Bu arada kitabı
almadan önce kitabın konusunun ne olduğu ile ilgili bir araştırma yapmamıştım. (Bu
kitaba özel değil, genelde de yapmam zaten.) Sonra kitabın ilk cümleleri;
“Hayat nasıl gidiyor?”
“Yaşayan birine sor.”
“Dün görüşemedik, nerelerdeydiniz?”
“30 sene evvel bana ‘3 ay ömrünüz kaldı’
diyen doktorun cenaze merasimindeydim.”
“Toprağı bol olsun.”
Evet bu giriş beni yakaladı. Tebessüm
ettim. Bir yandan da “30 sene evvel bana ‘3 ay ömrünüz kaldı’ diyen doktorun
cenaze merasimindeydim” cümlesi altındaki “Ölüme acaba hangimiz daha yakınız?” gerçeği
ile irkildim. Kitap boyunca birçok cümlenin alt metnini çözmeye, okumaya
çalışırken buldum kendimi. Bir de gülerken…
Sonra “Azrail’in Penaltıları” başlıklı
ikinci bölüme geçince, artık kitap içinde kaybolmaya hazırdım.
“100 yaş bunalımı nedir bilir misiniz? Ergenlik sorunlarına benzemez. Hoplayıp
zıplayarak yatıştırılamaz. 30 yaş depresyonundan tamamıyla farklıdır. Muğlak
bir iltifatla “Kilo mu verdin?” dağılmaz. Orta yaş kriziyle karıştırılmamalıdır.
‘İkinci bahar’ tesellilerinden yoksundur. Zaman daima aleyhimize işler. Fakat benim
yaşımdaysanız, her nefes bir muharebe tadı verir. Gençlerin tabiriyle
‘uzatmaları oynuyorum’: Azrail’in penaltılarından kaçını daha kurtarabilirim? Yine de, geleceği değiştirmeye çalışmam.
Onun şimdiki halini seviyorum.”
Kitabın neyi anlattığı kısmına gelirsek;
Ruhi Mücerret, İstiklal Savaşı Gazisidir.
Kitapta kendini tanıttığı şekli ile;
“Bendeniz, Ruhi
Mücerret. Yaşayan son İstiklal Harbi gazisiyim. Tarih-in dikiz aynasındaki
canlı tek siluet. Tam 100 yaşındayım. Yani, elinizdeki kitap bitmeden kozalak
mahallesine taşınmış olacağım. Ve mezar taşıma “Sizi ayakta karşılayamadığım
için özür dilerim” yazdıracağım.
Ve 100 yaşında bu adam 1985 yılından beri
Türkiye’nin bin bir köşesindeki kurtuluş günü törenlerine katılıyor. O kadar
ki, üstünden çıkarmadığı üniformaları yüzünden “İstiklal harbi benim için devam
ediyor.” diyor, hatta rüyalarında bile düşmanla savaştığını söylüyor.
Ruhi Mücerret adı gibi ilginç bir
karakter. Ölümle bir anlamda dalga geçiyor. Son nefesinde Kelime-i Şahadet
getirmek isteyen, Azrail’in peşinde olduğunu bilen ve ona teslim olmaktan
korkmayan hatta bunu eğlenerek anlatan bir adam. Bir de arkadaşı Avni Vav var
ki, o da fazlasıyla şahsına münsahır bir kişilik.
“Yıllar bana
plakasını almadığım bir Ferrari gibi çarpıp vınladı…” *
Kitapta hareketli sahneler Ruhi Mücerret’in
ölmek üzere olan yakın arkadaşı Zülfikar Zarifoğlu’nun kendisinden “Masum Cici”
adında bir adamı öldürmesini istemesiyle başlıyor. Hareketli sahneler diyorum çünkü kitabın ana karakteri
100 yaşında olmasına rağmen aksiyonu oldukça fazla. Kitapta olaylar Avni Vav’ın,
sonra Ruhi Mücerret’in, sonra da, kitabın bir yerine kadar tesadüfen
tanıştıklarını düşündüğümüz genç öğretmen Civan Kazanova’nın anlatımıyla karşımıza
çıkıyor. Aynı olayları önce Ruhi Mücerret sonra Civan Kazanova’nın anlatımıyla okurken,
birinin anlattığında eksik kalan yerleri bir diğerinin doldurması ya da birinin
bıraktığı soru işaretlerini diğerinin gidermesi benim açımdan kitabı keyifli
kılan unsurlardan biriyken, Ruhi Mücerret’in konuşmalarında bol bol marka
isimleri geçmesi ise beni rahatsız eden tek unsurdu. Ne yalan söyleyeyim, kitabın Civan Kazanova’nın
anlatmaya başladığı kısmına gelene kadar konuşmalarda sürekli geçen marka
isimlerinin kitabın konusunun neredeyse temelini oluşturabileceğini ve haklı
bir nedeni olduğunu düşünememiştim.
“Umut
gerçeklerle; umutsuzluk ise hayatla bağını gevşetiyor insanın.”*
Meğerse “Masum Cici” insanların beynini
matkapla delip, taktığı küçük bir çiple, kendi iradeleri dışında konuşmalarında
marka isimlerini geçirmelerini sağlayan bir adammış! Şaşırdınız değil mi?
İstiklal Gazisi, 100 yaşında, kendisinden 70 yaş küçük birine aşık olan, ölmeye
niyetli ama bir türlü Azrail ile buluşamamaktan şikayetçi birinden, konu birden
günümüzün tartışılası konusu reklama geliyor. Bir roman değil de, sanki 2030’larda
geçen bilim kurgu filmi izliyor gibi oluyorsunuz.
Kitabı daha fazla anlatmak istemiyorum. Çünkü
o zaman kitabı okudukça benim verdiğim “Yahu kitap nereden nereye geldi?”
tepkisini veremeyeceksiniz. Bu da kitabın büyüsünü, eğlencesini azaltacak.
Ruhi Mücerret’in kitap boyunca “ölünce
mezar taşıma yazdırmayı planlıyorum” şeklinde ifade ettiği cümleler neredeyse en
güldüğüm cümlelerdi. Bunları paylaşmadan edemeyeceğim:
- Mezar taşıma “2005’te öldüm. Bu durumda kaç yıldır sigara içmiyorum?” yazdıracağım.
- Mezar taşıma yaldızlı harflerle ‘Nutella’nın tadı hala damağımda’ yazdıracağım!
- Mezar taşıma belki şöyle yazdırmalıyım: “Benim için de dua et Barbie.”
- Mezar taşıma “Barbaros Hayrettin Paşa’nın ne hissettiğini şimdi daha iyi anlıyorum” yazdırmak belki en iyisi.
- Nazlı Hilal’le tokalaşırken, mezar taşıma ne yazdıracağımı buldum: “Yaşamak ölülerin de hakkı.”
Kitabın en keyif aldığım bölümü ise Ruhi
Mücerret’in anlattığı “Ölmeden cennete gitmek ister misin? Başlıklı bölümü
olduğunu söylemeden de edemeyeceğim. O bölümden kısa bir parça;
“Velhasıl dünyada bir cennet inşa edersen,
ölümle cennete yatay geçiş yaparsın. Asıl hayat cennettedir. Demek ki dünyada
mümkün olduğunca yaşatmaya bakmak gerek. Fidan dik, kuş besle, evlat büyüt,
umut ve sevinç aşıla… İnsanlar senin yanındayken kendilerini cennette gibi
kınanmayan, yadırganmayan, dışlanmayan aksine ödüllendirilen, yüceltilen,
hoşnut edilen, ikramda bulunulan konumda, özgür hissederlerse sen, bulunduğun
yeri cennete benzetmişsin demektir. Cennetin inşaatında bir mühendis, bir
mimar, bir usta, kalfa ya da işçi olarak çalışıyorsun demektir."
Özetle kitap bugüne kadar okuduklarımdan
hayli farklı ve ilginç konusu, eğlenceli karakterleri, çok keyif aldığım
diyalogları, tasvirleri ve teşbihleriyle beni hem edebi açıdan hem de eğlence
açısından fazlasıyla tatmin etti. Ruhi Mücerret Murat Menteş’in okuduğum ilk
kitabı. Açıkçası bu kitap Menteş'in önceki iki kitabı olan Dublörün Dilemması ve
Korkma Ben Varım isimli kitaplarını merak etmeme sebep oldu. Onları da okumak
istediğim yüzlerce kitap listeme şimdiden ekledim. Ne zaman sıra gelir
bilmiyorum ama okuyunca onları da sizlerle paylaşacağım.
Ve son olarak yine kitaptan güzel bir bölümle bitirelim.
“Dünya böyledir. Sinsiler zorbaları
yüceltir, üçkağıtçılar hırsızlara cömert davranır,yalancılar sapıklar için
duygusal şarkılar söyler. Buna karşılık çulsuzlar garibanları dolandırır,
dindarlar inançlıları lanetler, mazbutlar iffetlileri iğfal eder. Kötülük,
kendini ilkesel ve pratik iyilikle ikame eder. İyilik ise sınayıcı ve bedel ödetici
bir örüntü içinde kendi ideallerini yakarak yol alır. Şeytan, kutsal
kitaplardan alıntı yapmayı sever. Meleklerse daima görmezden gelinir.”*
Keyifli okumalar,
*Kitaptan alıntılar
Yorumlar
Yorum Gönder