Aynadaki Zaman


Edebiyatımızın usta öykücüsü Cemil Kavukçu, öyküseverlerin yakından tanıdığı ve tutkuyla izlediği kocaman bir öykü dünyası yarattı. Öykücülüğümüze, daha önce hiç ele alınmamış yepyeni tipler kattı. Taşralı genç erkeklerin dünyasını kendisi için yarattığı karı evreni tüm içtenliği ile tasvir etti.

Aynadaki Zaman, yazarın, kendi öykü evrenini zenginleştirme kararının bir ürünü. Kavukçu bir yandan alıştığımız çevreleri; denizi, denizcileri, kasabayı, yapayalnız kent insanını ele alırken bir yandan da gerçekdışına fanteziye, kelimenin tam anlamıyla “alacakaranlığa” yöneliyor bu kitabında.
                                                       
                                                                           Kitabın arka kapağından

Dikkat bu kitaptan denizler geçiyor,  bu kitapta martılar uçuyor!

Cemil Kavukçu’nun bundan birkaç ay önce çıkan yeni kitabı “Aynadaki Zaman” birbirinden akıcı ve sürükleyici on öyküden oluşuyor. Kitap Sherlock Holmes’ün yazarı Sir Arthur Conan Doyle’un “Bence hayatın alışılmış, olağan akışı dışındaki her şey anlatılmaya değer” sözüyle açılışı yapıyor. Ve sonraki sayfada “Kocaman bir kuş kondu pencereme. Gagasında taşıdığı kendisinden de büyük silgiyi pervaza bıraktı. ‘Her şeyi sil’ dedi, ‘sonra ben yine geleceğim.’” cümlesi karşılıyor bizi. Son öyküye kadar bu cümle kafanızın içinde uçuşup duruyor ve konacağı yeri bekliyor.

Aynadaki Zaman’da o hep bildiğimiz martılar, denizler, gemiler, kadınlar ve yalnız insanlar bambaşka bir yüzle çıkıyor karşımıza. Cemil Kavukçu okuyanlar bilir, onun öykülerinde ‘deniz’ hep vardır. Burnunuzdan deniz kokusu neredeyse hiç eksik olmaz. Ama bu kitapta deniz çok başka, bambaşka. Kitapta yer alan on öyküden beş tanesi denizin ruhuna, saklayıp da söylemediklerine, gizemlerine dair.  Elbette kitapta denizlerden fazlası var. Yalnız kadınlar ve çocukların dünyası da bir o kadar yalın ama dikkat çekici anlatılıyor. Ancak ben denizin olduğu bir şehirde yaşayıp, denize hiç bu gözle bakmamış olmamdan olsa gerek en çok denizle ilgili öyküleri beğendim.

Öyküler zaten çok kısa olduğu için hepsinden bahsedip kitabın genel büyüsünü bozmak istemiyorum. Çünkü her öykünün birbiriyle keyifli bir bağı var. Ama en beğendiğim birkaç öyküde nelerden bahsedildiğini ve beğendiğim kısımları sizlerle paylaşacağım.


Martılar öyküsünün tamamı yıllar sonra birbirini gören iki arkadaş arasında geçiyor. Yıllar sonra İstanbul’a gelen Fatih martıları bile özlediğinden bahsedince arkadaşı Samet martılarla ilgili öyle şeyler anlatıyor ki,  martılarla bir sonraki karşılaşmanızda aklınıza ilk gelecek şey bu öykü olacak. Bu öykü size aslında hiçbir şey göründüğü gibi değil diyecek!

“Şairlere, yazarlara, bestekarlara, senin gibi duygusallara ilham veren o kuşlar hiç de masum değil. Denizlerde balık mı kaldı? Ne bulsa yiyor canavarlar. Onlara kefen giymiş çöplük kargaları diyorum.”

Yolcu öyküsü ise içinde deniz, gemi ve gemicilerin olduğu fantastik bir öykü. Öyküde, geminin ambarında insan-balık karışımı bir canlı ile karşılaşan gemicilerin tepkileri, yaşadıkları anlatılıyor.

“ Bence bu, balık-fare-insan karışımı garip bir yaratık, dedi Çarkçıbaşı. ‘gemi ambarlarının dışında bir yaşam alanı yok gibi. Baksana teni güneş görmemiş.”

Mindos kayalıkları kitapta en sevdiğim ikinci öykü. Aslında ayırt etmek çok zor ama. İki sevgilinin denizi izleyişi, birbirleri arasında onlara özel iletişim şekilleri, sözleri ve hayal güçleri öyküyü bir çırpıda okunur kılıyor.

“Sana ilk kez Okkadi dediğimde şaşırmış, “O ne?” demiştin. Bir anlamı yoktu, şifrelenmiş sözcükleri açıklayıp senin bendeki karşılığın olduğunu söylediğimde, boynuma sarılmıştın. Sen artık Okkadi’ydin. Sonra, karşılıklı olarak buna benzer birçok sözcük uydurmuştuk.”

Zaman Aynası ise kitaptaki en sevdiğim öykü. Kitapta öyküler arasında bağlar var. Mindos Kayalıkları’ndaki gemicinin öyküsü burada devam ediyor. Yolcu öyküsündeki garip canlı bu öyküde de yer buluyor. Denizin en derin anlatıldığı öykü de bu aslında. Öyküde fırtınaya tutulduktan sonra zor bela ulaştıkları koyda karşılarına çıkan sahipsiz gibi duran gemi ve içerideki gemicilerle karşılaşmaları anlatılıyor. Gözünüzün önünden bir film karesi gibi geçecek bu öykünün her cümlesi.

“Orada çok tuhaf şeyler olur. Gemiciler, gördüklerini, yaşadıklarını, tanık olduklarını aralarında bile konuşmazlar. Tanıdıkça korkup çekinirler ondan. Çünkü kendisinden olmayan her canlıya, her nesneye düşmandır deniz. Ya hep ya hiç, der fısıltıyla. Martılar hariç! Onları hoş görür. O kuşların deniz ajanı olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Şehir hatları vapurunda simit dilenciliği yapıp şirin görünmek için akrobasi numaraları çekmelerine aldanma. İlk işleri denizde boğulanların gözlerini oymaktır. Gemi adamları martıları hiç sevmez. Bunu öğrendiğimde çok geç kalmıştım artık. O gün şarkılardan sildim beyaz deniz kargalarını.” 

Nasıl, insanı fazlasıyla heyecanlandırıyor değil mi? Uzun süredir aynı kitabı hem de bir ay arayla tekrar okuduğumu hatırlamıyorum. Aynadaki Zaman, yalın ama etkileyici dili, yormayan anlatımı ve her gün yaşadığımız, çevremizde gördüğümüz, tanık olduğumuz insanların iç dünyalarını ortaya koyuşu ile çok etkileyici bir kitap. Özellikle yoğun hayatın içinde kitap okumaya fırsat bulamayan ve bundan yakınanlardansanız bu kitap sizin için biçilmiş kaftan. Uyumadan önce birer birer okuyabileceğiniz, sizi yormayacak aksine etkileyecek, keyiflendirecek kısa kısa on öykünün olduğu bu kitabı hemen edinin derim.

Sevgiler, 

Yorumlar

  1. Aynadaki Zaman en sevdiğim Kavukçu kitaplarından değil ama çok sürmeden bitirmiştim. Belki de Kavukçu taşrayı anlatmadığında yadırgıyorum, çünkü taşrayı o kadar güzel anlatıyor ki. Şimdi Üstü Kalsın'ı merakla bekliyorum..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar