Gölgeler ve Hayaller Şehrinde
“Beden de geçiyor, ruh da… Ama işte
yazı kalıyor geriye. En azından biz öyle teselli buluyoruz.”
Rahatsızım.
Murat Gülsoy’un her yeni kitabının hayatımda bir öncekiden daha fazla yer
etmesinden rahatsızım. Ve her yeni kitabını okurken, bundan daha iyisini
yazamaz diye düşünüp bir sonraki kitabının, bir öncekini gölgede bırakmasından mutsuzum.
Benim yaşadıklarım yazma çabasındaki insan buhranı, kıskançlığı… Siz bana
bakmayın, aslında her kitabı ile hayatımda yeni bir sayfa açtığı ve yol
gösterdiği için kendisine minnettarım. İşte bu da öylesi bir kitap. Çıktığı
gibi aldım kitabı. Birkaç gün içinde de bitirdim. Yazmak için neden mi bu kadar
bekledim? Bu kitabı hakkıyla anlatamam
korkusu… En çok, sevdiğine zarar
vermekten korkar ya insan, bu da biraz öyle işte. Bekledim, bekledim, derken yıl sonuna geldiğimizi fark ettim ve…
“Onları kıskanıyorum. Kendinden emin
insanları.
Herkesin bir evi, bir toprağı var.
Ben gökyüzünde uçan kimsesiz bir
tohumum.
Bütün rahimler ölü benim için.”
Üniversite
yıllarımda gitmekten en çok keyif aldığım Sahaflar Çarşısı’nda başlıyor hikâye.
Şimdilerde neredeyse sadece test kitabı satan sahaflar… Genç bir avukat 1968 yılında Sahaflar
Çarşısı’ndan içinde Fransızca mektuplar olan bir defter alır, tercüme etmeye
başlar. Mektupları, 1908 yılında Marsilya’dan kalkan bir gemiyle İstanbul’a
gelen Franck Chausson, gerçek adıyla Fuad Chausson yazmıştır. Fuad Chausson, II.
Meşrutiyet’in ilanından kısa süre sonra, Osmanlı’da neler olup bittiğini anlatmak
üzere Fransa’da çalıştığı L’llustration gazetesi tarafından İstanbul’a gönderilir.
Muhabirlik için geldiği İstanbul’da yaşadıklarını bir yandan en yakın arkadaşı
Alex’e mektuplarla anlatırken, bir yandan da dokuz yaşına kadar yaşadığı
İstanbul’da geçmişinin izini sürüyor.
“Zaman bizi değiştiriyor. Her gün bir parçamız değişiyor; yediğimiz,
içtiğimiz vücudumuza
katılıyor, yılanların deri değiştirmesi gibi eskiyen kısımlarımız ölüp gidiyor,
yerlerine yenileri geliyor. Her geçen gün eski halimizden biraz daha
uzaklaşıyoruz. Bilim belli bir süre içinde bütün hücrelerimizin yenilendiğini
söylüyor. Peki o zaman biz başka birine mi dönüşmüş oluyoruz? Aynı kaldığımızı
da iddia edemeyiz. Söyler misiniz Mösyö Fuat, sizin ne kadarınız Paris’ten yola
çıktığınız günkü Fuat?”
Kitabın kahramanı olan Fuad, Beşir Fuad’ın
oğlu, annesi ise Fransız. Babası o doğmadan önce ölen ve annesinden “Yüzü hiç
gülmeyen, hep bilmediğimiz bir acının yasını tutan kederli kadın” diye bahseden Fuad, belli bir yaşa kadar
İstanbul’da yaşıyor. Annesinin kararı ile Fransa’ya taşınan ve orada büyüyen
Fuad, İstanbul’a geldiğinde kendini hiç tanımadığı babasının izini sürerken
buluyor. Kendini arama yolculuğunda, Doğu-Batı arasında kalmışlığı sebebiyle yaşadığı buhran, anlık duygu
değişimleri ve her türlü heyecanında kitap boyunca bizi soluksuz yanında sürüklüyor.
Gölgeler ve Hayaller Şehrinde, birçoğumuzun zaman zaman kendimize sorduğu
Doğulu muyum, Batılı mı sorusunu Fuad üzerinden daha derin sorgulamamıza sebep
olurken bir yandan da Osmanlı’nın en sıkıntılı dönemlerinden kabul
edebileceğimiz II. Meşrutiyet dönemi hakkında tarihsel bilgiler veriyor.
Kitabı okurken sürekli üniversite yıllarımda
okuduklarımı, öğrendiklerimi hatırladım. Kitabın beni üniversite yıllarıma götürmesinin
bir sebebi de, kitabın daha ilk sayfalarında önemli karakterlerden biri olarak
karşıma çıkan Prens Sabahattin’di. Jön Türk
hareketinin öncülerinden olan Prens Sabahattin, Türkiye’de Ziya Gökalp
ile birlikte ilk sosyolojik çalışmaları yapan kişidir. Kitapta ise Fuat ile
aynı gemide, babasının cenazesini Fransa’dan Türkiye’ye getiren ve Fuat’ın
İstanbul’a geldiğinde belli ortamlara kolayca girmesini sağlayan kişi olarak
karşımıza çıkıyor.
Gölgeler
ve Hayaller Şehri sadece Fuad’ın hikâyesini değil, benim için Doğu ve Batı
arasında kalmış, kendini ne Doğu’ya ne de Batı’ya ait hissedemeyen birçok
insanın hikâyesini anlatıyor. Bir anlamda günümüzün en büyük sorunlarından olan
kimlik sorununa ve bugün hala
konuştuğumuz Doğu-Batı meselesine değiniyor. Murat Gülsoy’un en sevdiği
yazarlardan biri olduğunu birçok yerde dile getirdiği Ahmet Hamdi Tanpınar,
Türk edebiyatında Doğu-Batı meselesi dendiği zaman ilk akla gelen isim. Bu
yüzden Gölgeler ve Hayaller Şehri’ni okurken, Tanpınar’ın Doğu-Batı meselesini en derin ele
aldığı Huzur kitabı ile belli paralellikler yakalar mıyım merakındaydım. -Hoş
bunu yakalayabilecek kadar iyi bir okur muyum tartışılır.- Paralellik sayılırsa
eğer, her iki kitap arasındaki tek benzer nokta, her iki kitapta da İstanbul,
kitabın ana karakterlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Türk edebiyatında
Peyami Safa, Halide Edip Adıvar, Oğuz Atay ve Orhan Pamuk gibi birçok yazar
tarafından işlenilen Doğu-Batı sorunsalını, Murat Gülsoy’un bu kadar farklı bir
roman ortaya koyarak ele almasını haddim olmayarak çok iyi bir yazar olmasına
bağlıyorum.
Beşir
Fuad… Aslında kitap ile ilgili
üzerinde durulması gereken en önemli kişi.
35 yaşında bileklerini keserek intihar eden Beşir Fuad’ı farklı kılan
hem 'bu topraklarda kendini öldürmeyi
göze almış eli kalem tutan ilk kişi'* olması hem de son anlarını bileklerinden
akan kanla yazdığı mektupla kayıt altına almasıdır. Murat Gülsoy, Tarih
Dergisine verdiği kısa röportajda ortaokul çağında bir ansiklopedi sayesinde
tanıştığı Beşir Fuad’a olan merakının, takıntısının romana dönüştüğünü
belirtiyor.
Beşir
Fuad hakkında okuma yapmaya bu kitap sonrası karar verdim ancak internette
araştırdığım kadarıyla kendisi annesinin delirmesi sonrası bunalıma girmiş ve
annesi gibi delireceğini düşünerek intihar etmiş. Kitabın sonlarına doğru
babasının kim olduğunu öğrenen Fuad Chausson için babasıyla aynı kaderi
paylaşıp paylaşmayacağı sorgulaması başlıyor.
“Ben geliyorum Alex, ben kendimi
kesmeye geliyorum. Bir katil düşün, öldürdüğü kendisi olan. Buna intihar
diyorlar ama yanlış. İntihar insanın hayattan vazgeçmesi, ben ve babam, biz
öyle değiliz. Ben katil… ve aynı zamanda maktul! Katil ve katledilen aynı
bedende hapsolmuş. Mümkün mü bu Alex? Niçin?”
Kitap
bir solukta okuyup bitirilebilecek kadar akıcı bir dille yazılmış, bir o kadar
da sürükleyici. Gölgeler ve Hayaller Şehrinde, tarihsel bir roman olması ve
özellikle Osmanlı’nın demokratikleşme döneminde yaşananlar, dönemin ruhunu
yansıtması açısından da her satırı dikkatle okunması gereken bir kitap. Belli
ki, Murat Gülsoy’un bu kitabı yazmadan önce çok ciddi bir araştırma ve okuma
yapmış. Kendi adıma her okurun kitapta takip etmekten keyif alacağı bir şeyler
bulacağına eminim. Kitapla ilgili tek bahsetmediğim konu sanırım Fuad ve
Alex’in aşk üzerine diyalogları. Bu
yazının daha ilk paragrafında kitabı hakkı ile anlatamama kaygım olduğunu
belirtmiştim. İşte bu yüzdendi. Gölgeler ve Hayaller Şehrinde, bir kitapta
arayabileceğiniz her şeye sahip ve hepsi tam dozunda. Okurken, sürükleyen,
düşündüren, bilgilendiren, keyiflendiren, daha fazla okuma ve araştırma yapmaya
iten bir kitap benim için kusursuzdur.
Kitapta hiç aşk yok mu konusuna gelince, bence aşağıda yer alan kitaptan alıntı her şeyi anlatıyor.
"Ubi amor, ibi dolor. Seninle sık sık tekrar ettiğimiz laflardan biriydi. Ancak bu
dört günü yaşadıktan sonra sözün ne ifade ettiğini idrak ettim. Hakiki aşka
düşmeden acısını tahayyül etmek ne kadar da boş bir çaba. Platon’un mağarasında
yaşayanların dışarıyı asla bilememelerinden hiçbir farkı yok. Meyhaneler
kapanana kadar ucuz şarapları galonla içmemizin sebebi, haydi seni dışında
tutayım, benim içmemin sebebi mevcut bir aşk acısını teskin etmek değildi,
şimdi anlıyorum. Neydi biliyor musun dostum? Her gencin içine düştüğü, içine
düştüğü için utandığı, utandığı için de utanç verici şeyler yaptığı bir durum:
Büyük bir aşk acısına sahip olmamanın acısı."
2014
bitmeden kendinize ve dostlarınıza bir iyilik yapın. Bu kitabı okuyun ve
okutturun. Birkaç haftaya 2014’ün en iyi romanları listeleri yayılmaya
başladığında, tüm listelerde ilk 10 içerisinde yer alacağından emin olduğum bu
kitabı okumuş olmanın keyfini sürersiniz.
Sevgiyle
ve kitaplarla kalın
* Tarih Dergisi Eylül sayısı, Beşir Fuad haberinden alınmıştır.
Merhaba, hak ettiği gibi anlatamamaktan korktuğunuzu belirtmişsiniz. Aksine çok güzel bir yazı olmuş, sıradan bir kitap eleştirisi değil kesinlikle. Gülsoy, benim için öncelikle bir öykücü. Zaten 'Bu Filmin Kötü Adamı Benim'i çok sevememiştim. Bu kitabı da çok merak ediyordum, güzel eleştiriler var. Yakında sipariş edeceğim listede vardı, bu yazıdan sonra artık almak mecburi oldu. Son olarak Gülsoy'u hemen bitirmek istemiyorum, yavaş yavaş okuyacağım diğer kitaplarını da çünkü en sevdiğim yazarlardan kendisi. Güzel yazı için teşekkürler.
YanıtlaSilMerhaba, yazıyı beğenmenize çok sevindim. Genel olarak kitap tanıtım yazısı yazmaktan çekiniyorum aslında. Bu yüzden okuduklarımın çok azını yazıyorum. Yazma sürecini kendim de deneyimlediğim için ve arkasındaki emeği bildiğim için kitabın hakkını verememekten ya da kitaba zarar vermekten korkuyorum. Özellikle de Murat Gülsoy gibi çok sevdiğim yazarlar söz konusu olunca bu kaygım daha da artıyor. Kitaba gelince beğeneceğinizi düşünüyorum. Tanıtım yazısında yazıyı daha fazla uzatmamak için belirtmedim ama kitabın mektup şeklinde yazılmış olması okumayı ayrıca keyiflendiriyor. Bu Filmin Kötü Adamı Benim, Gülsoy'un sevdiğim kitapları arasında ama bu kitapta şimdiye kadar yazdıklarının çok üstüne çıktığını düşünüyorum. Okuduktan sonra ne düşündüğünüzü duymak isterim. Sevgiler
SilKitap yazısı veya tanıtımı da yazmak bir ustalık gerektiriyor. İnternet de okurlar özgürlük sunarak büyük bir fırsat sağlıyor..Kitap blogları çok var ama hepsi aynı derecede başarılı değil. Bu tür blogları bulmak kolay değil yani. Özetle güzel bir yazı ve blog. Siparişim geldiğimde elimde okuduğum roman olmazsa hemen başlayacağım umarım, iki farklı türü aynı anda okumak sorun olmasa da aynı tür imkansız neredeyse. Konu da baya saptı..Okuduktan sonra mutlaka bilgilendireceğim buradan...
YanıtlaSilGerçekten çok teşekkür ederim. Yazdıklarımın birilerine ulaşıyor olması ve işe yaradığını görmek daha fazla yazmaya teşvik ediyor. Son zamanlarda okumaya yazmaktan daha fazla zaman ayırdığım için bloğu biraz boşlamıştım ama güncel tutmak için biraz daha motive oldum sayenizde :) Kitapla ilgili yorumlarınızı da merakla bekliyorum.
Sil