Örümcek Kapanı

Yazan herkes, sanırım özellikle de benim gibi daha yolun başında olup, iyi yazmak için çabalayanlar, iyi yazarların hep nasıl yazdığını merak ederler. En azından ben, bu konuda fazlasıyla meraklıyım. Yazarken yaşadığım sıkıntılara dair o kitaplarda bir şey bulunca kendimi doğru yolda ilerliyormuşum gibi hissediyorum. Sizlerle bugüne kadar paylaşmasam da bu konuda oldukça fazla kitap okudum sayılır.  İlk okuduğum Murat Gülsoy’un “Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık” kitabıydı, sonrasında Semih Gümüş’ün “Yazar Olabilir miyim?”,  Tahsin Yücel’in “Yazın, Gene Yazın”, Daniel Jones “Virginia Woolf’tan Yazarlık Dersleri” ve daha niceleri. Bunlar açıkçası en keyif aldıklarımdı. Son dönemde ise bunlara bir tanesi daha eklendi. Cemil Kavukçu’nun “Örümcek Kapanı”


Örümcek Kapanı ile ilgili bir konuyu netleştirmekte fayda var. Bu kitap yazar adaylarına şunları yapmalısınız, bunları okumalısınız öğütleri veren bir kitap değil. Gerçi diğer okuduğum kitaplar da direkt olarak bunu yapmıyordu. Ancak bu kitap biraz Cemil Kavukçu’nun kendi hayatından, anılarından yola çıkarak bir anlamda onun yazma sürecini anlatıyor. Benim açımdan Türkiye’nin en iyi öykü yazarlarından birinin, Cemil Kavukçu’nun, hayatının bir kısmını öğrenmenin ve yaşadıklarından nelerin onun yazma sürecini etkilendiğini öğrenmenin değeri çok büyük. Mesela bloğuma da yazdığım son öykü kitabı “Aynadaki Zaman”ı okuduktan sonra Cemil Kavukçu’nun  denizi nasıl bu kadar güzel, farklı ve etkileyici anlattığını merak etmiştim. Öyküler belki kurguydu ama Örümcek Kapanı kitabından öğrendim ki kendisi jeofizik mühendisiymiş  ve işi sebebiyle uzun süre gemide kaldığı dönemler olmuş. Elbette buradan, öykülerine hep yaşadıklarını aktarmış anlamı çıkmıyor. Ama bir yazarın yaşadığı hayatın zenginliğinin, yazdıklarına yansıdığı bir gerçek.

“Ardından, 1980 sonuna kadar Haymana, Çankırı, Diyarbakır, Erzincan’da petrol araştırmalarında çalıştım. Bunların en ilginci de, 1980 yılı başlarında gittiğim Erzincan/ Çayırlı petrol araştırmaları sismik etüdüydü. Dört yıllık kara kamplarındaki yaşadıklarından çıkan tek öyküm ‘Tabanca’, Çayırlı’da geçirdiğim günlerin ürünüdür.”

Kitapta Cemil Kavukçu sadece yaşadıklarından, bunların onu ne kadar ve nasıl beslediğinden değil, sevdiği yazarlardan, üstü kapalı da olsa bir anlamda okunması gerektiğini düşündüğü yazarlardan da bahsediyor.  Bunların içinde bildiğim yazarlar olduğu gibi, adını ilk kez duyduğum yazarlar da var. Andre Gide, Hemingway ve bundan kısa bir süre önce 2013 Nobel Edebiyat Ödülü’nün verildiği Kanadalı öykü yazarı Alice Munro’ya dair kitapta birer bölüm bulunuyor.  Cemil Kavukçu’nun özellikle Alice Munro’yu anlattığı “Yazmayı Bırakabilmek” bölümünü çok beğendiğimi söylemeden geçemeyeceğim.


Yazarların yazdıkları ile hayatları arasındaki bağı çözmekten keyif alanlar ve Cemil Kavukçu’yu daha iyi tanımak isteyenler için "Örümcek Kapanı" oldukça keyifli bir kitap.  Ama her şeyden önemlisi bir öykü yazarı iseniz, Örümcek Kapanı’nın başucu kitaplarınızdan biri olacağını iddia edebilirim. Aradığınız birçok soruya cevap bulacaksınız. “Yaşanılan her şey öyküleştirilebilir mi?”, “Öykü nasıl doğar?”, “Öykü nasıl gelişir?” ve aklınıza takılmış daha birçok sorunun cevabını bu kitapta bulabilirsiniz. Hem de Cemil Kavukçu’nun aynı öykülerinde olduğu gibi sürükleyici diliyle… Bence en kısa sürede bu kitabı edinin.

Kitabın en sevdiğim bölümünden bir kısım.

“Yazma Sıkıntısı”

Yazınsal türlerde yazmak, bir huzursuzluğun, iç çatışmanın sonucu olduğundan,, bu türden yazmanın özünde sıkıntı vardır. Seni arkadaşlarından, günlük yaşamdan koparıp onunla baş başa kalmaya zorlayan, içinde büyüttüğün sana çok benzeyen aynı zamanda çok yabancı biridir bu. Dost mudur, düşman mıdır bilemezsin ama onsuz da yapamazsın. Bir gün seni terk edeceğinden korkarsın. En iyisi onunla hiç tanışmamaktır. Beyninin rahmine o tohum düştüğünde hiçbir şeyin farkında değilsindir daha. Kişiden kişiye değişen hamilelik sürecinden sonra canavar doğar. Artık kurtulman mümkün değildir. Seni kanatmak için vardır. Onunla baş başa kaldığında seni içdenizinin derinliklerine çeker. Girmek istemediğin odaların anahtarlarını uzatırken kışkırtıcıdır. Hatta dayatıcıdır. Unutmak istediklerini, karga sürüleri gibi başının üstünde toplayan odur. Öylesine köşeye sıkışırsın ki, “Tamam,” dersin, “teslim oluyorum.” O zaman içindeki canavar senin yerine geçer, sen olur ve tepende dönüp duran kargaları dağıtmak için şehvetle yazar. Bu buluşma “muhteşem bir tufan”dır.

Yazmak kendi sesini aramanın serüvenidir. Önceleri, kafanın içinde dönüp duran seslerin çoğu başkalarınındır.Sevdiğin, etkilendiğin yazarların gölgesi ister istemez yazdıklarının üzerine düşer. Okuma alanının genişledikçe bütün bunların sentezinden yavaş yavaş kendi sesini fark edersin. Arayış başlamıştır. Rüyalardakine benzer bir durumla karşı karşıyasındır. Kendi sesine yaklaştığını sandığın anda onun ne kadar uzağa kaçtığını hissedersin. İşte bu noktada rakiplerinin başka yazarlar değil, kendin olduğunu anlaman için bir fırsat çıkmıştır önüne. Bunu değerlendirebilirsen sesinin peşine takılıp yeni ülkeler keşfeden bir gezgin gibi keyifli bir yolculuğa çıkarsın. Fark edemezsen, sürekli kendini başkaları ile kıyaslayıp kıskanarak yaşamını cehenneme çeviririsin. Çok sevdiğin yazarlardan ayrılıyorsan, onlar gibi kendi sesinin peşine düştüğün içindir; hala birilerine benziyorsan bu yolculuk henüz başlamamış demektir.

Yazma eylemim ile haytalık arasında sıkı bir bağ var. Kendime ait dünyadaki disiplinsizliğe bayılıyorum; bir amirim yok ve zamana karşı yarışmıyorum. Yine de, bir öykünün oluşma aşamasında gergin ve huysuz olurum. Yalnız kalmam gereken anlarda, yani içimdeki ikinci kişi yerime geçmek için sabırsızlanırken yalnız kalamıyorsam huzursuzluğum iyice dışa vurur. Gözümün önünde yinelenen görüntüleri, yüzleri, konuşmaları bir an önce yazmak isterim. Bunlar, derli toplu bir öyküden çok, onu var edecek dağınık parçalardır. Burada söz konusu olan sıkıntı değil, huzursuzluktur.

Ona dönüştüğünde başka biri olursun. Bunu bir tek sen bilirsin. Çalışırken görseler belki aradaki farkı anlarlar. Ama bu mümkün değildir, çünkü kimlik değişiminin tek koşulu yalnız olmaktır.

Kağıt, kalem ve ben, çok sık bir araya gelen dostlar değiliz. Her gün iç disiplinin getirdiği kararlılıkla masanın başına oturup çalışan yazarları hep kıskanmışımdır. Kafasında bir romanı ya da öyküyü taşıyan ama uygun ortamı, koşulları, zamanı bulamamaktan yakınan yazarları da kıskanmışımdır.

Boş beyaz bir kağıt, ressamın tuvali gibidir benim için; hiçbir köşesi boş bırakılmayacak biçimde doldurulması gereken kutsal, davetkar bir alan. Bilinçaltında süren hazırlıklar, günlük yaşamdaki etkilenmeler, çağrışımlar dışa vuracağı zaman, mekan dışında ilk gereksinim duyacağım nesneler, kağıt ve kalemdir. Ne zaman geleceği belli olmayan, yazılmadığında unutulabilecek izlenimlerimi not ettiğim küçük bir defter ve kalemi yanımdan hiç eksik etmem.* syf 33

Keyifli okumalar,

Yorumlar

  1. Cemil Kavukçu der bırakırım, benim için artık kelimelerle anlatılmayacak kadar özel bir yazar. Bu arada Kavukçu'nun yaşamı için Angelacoma'nın Duvarları, Uzak Noktalara Doğru veya Mimoza'da Elli Gram çok önemlidir, bunları okumuş muydunuz ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cemil Kavukçu'nun ilk okuduğum kitabı "Gemiler de Ağlarmış" çok etkilenmiştim, sonra neden bilmiyorum uzun yıllar okumadım. O kadar çok okunacak şey var ki, açıkçası sıraya koymakta zorlanıyorum. Yıllar sonra Başkasının Rüyaları kitabını okuduğumda, en kısa sürede tüm kitaplarını okumaya karar vermiştim ama yine olmadı. Son olarak da bloğumda da yazdığım Örümcek Kapanı ve Aynadaki Zaman kitaplarını okudum. Açıkçası ne kadar iyi bir öykücü olduğunu anlamak için bir tek kitabını okumak yeterli. En kısa sürede diğer kitaplarını okumak için artık bir sebebim daha var. Burada da yazarım sanırım.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar